Vay, vay, vay… Yazık, yazık, çok yazık…
Söylemeye dilim varmıyor, susayım diyorum yüreğim dayanmıyor.
Düşünüyorum kafayı sıyıracak noktaya geliyorum.
Elimden bir şey gelse de, yapmazsam namerdim.
Uzun süredir, şu acıklı halimize baktıkça hangi ülkede yaşıyorum diye soruyorum kendime.
Burası Türkiye Cumhuriyeti ama; Bayramlarda, kutlamalarda, törenlerde; atalarımızın, şehitlerimizin uğruna canlarını verdiği, milletimizin sembolü, gururumuz Türk Bayrağımız olmayacakmış!
Kurtuluş savaşımızda devleşen ve destanlaşan milletimizin, bağımsızlığını dünyaya haykırdığı İstiklâl Marşımız değiştirilecekmiş!
Büyük önderimiz A t a t ü r k'ümüzün, bir milli parolamız niteliğindeki “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” özdeyişinin yazılığı panolar ve pankartlar indirilip yasaklanacakmış!
Mış mış da mış mış…
Bunların arkası gelir ve gerçekleşir, ta ki Memleketin dahilindeki ve yönetimdeki hainlerin düşmanların sinsi plânlarını gerçekleştirip vatanımızı tamamen yok edene kadar.
Türk vatanında Türk olmanın suç sayılabileceği günler yaşıyoruz.
Kimlerin ekmeğine yağ sürülüyor?
Kimler pohpohlanıyor?
Kimlere peşkeş çekiliyor bu vatan?
Hergün taraflı ve tarafsız medyada bunlar gibi hatta daha da fazla haberle karşılaşıyoruz. Bir taraftan vatan evlatları her gün ay yıldızlı bayrağımız, vatanımız, milletimiz uğruna vurulup alınlarından bir güneş gibi batarken, bir taraftan da Ülkemizin yok olması için çirkin oyunların sergilendiği bu çirkef ortamında, millete hizmet için iş başında olanlar ne yapıyorlar dersiniz? Ne yaptıkları herkesin malumu zaten. Onlar da ülkenin altına dinamit yerleştirmekle meşguller.
Yazık, yazık, çok yazık…
Peki ne yapmalı?
İstiklal marşımızın ilk kıtasını hatırlayalım.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!”
Bayrağımızı indirmeyeceğiz. İstiklal Marşımızı susturmayacağız.
İstiklâl Marşımızın 5. kıtası şöyle der.
“Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”
Yurdumuzun içindeki ve dışındaki alçakları iyi tanımak ve bunlara karşı can siperane mücadele ederek alçakça emellerine erişmelerini engellemek gerekmektedir.
“Nasıl mücadele edeceğiz?” diye sorarsanız,
“Elimizden ne gelir?” derseniz,
“Ne ile mücadele edeceğiz?” diye dert ederseniz, işte size A t a t ü r k’ün 20 Ekim 1920 de yazdığı Gençliğe Hitabe’sinin son paragrafı:
“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!”
Bir Türk olarak, bu kötü durum ve şartlar içinde görevimiz Türk bağımsızlığını ve Türkiye Cumhuriyetini her ne pahasına olursa olsun kurtarmaktır. Damarlarımızdaki asil Türk kanı; bizim en güçlü silahımızdır.